
Şehitlik kavramı zaman zaman sol çevreler içinde tartışma konusu olur. Kimilerince, Türkiye ve Kürdistan devrimcilerinin uzun yıllar kullanmakta beis görmediği bu kavramın, metafizik olduğu, ölümü kutsadığı ya da İslam’ın düşünce sistemini çağrıştırdığı gerekçeleriyle, terk edilmesi gerektiğine inanılır. Öyle ya, ölenin aslında ölmediğini, faniler dünyasında gezinmeye devam ettiğini ima eden bir sözcüğün, bilimin ve seküler düşüncenin aydınlık temsilcilerinin dilinde ne işi vardır?
Oysa, ne ilginçtir ki, bilim sevdası, ideolojik ve politik kimliğin parçası haline geldiğinde, kimi zaman kişiyi bilimsel olmayan yollara sürüklemektedir. Öyle bir tarih bilimi düşünün ki toplumların, istisnasız olarak tüm politik devrim momentlerinde hava ve su gibi ihtiyaç duyduğu bir kavram olan şehitliğin anlamını ve işlevini açıklama gereği duymasın. Öyle bir toplum bilimi düşünün ki bin yıllar boyu toplumların, içinde bulundukları gerçek koşulları tahayyül etme biçimi olmuş olan büyük dinleri yalnızca önermelerinin metafizik niteliğiyle değerlendirsin.
Halbuki, büyük dinlerin, özellikle bir isyan ve devrim hareketi olarak ortaya çıktıkları erken dönemlerinin anlam dünyasını ifade eden sözcüklerde, tarihsel olan öğelerin yanında, isyan ve devrimin evrensel ideolojik öğelerini bulmak mümkündür.
Şehitlik Arapça şhd kökünden gelir ve doğrudan anlamı, kelime kökeninden de anlaşılacağı üzere, şahit ya da tanıktır. Arapça sözcüğün temelinde ise Aramice/Süryanice səhad kökünden gelen ve İsa’ya tanıklık edenler anlamına gelen sāhədā vardır. Benzer şekilde şehit kelimesinin İngilizce karşılığı olan martyr, İncil’in yazıya döküldüğü dil olan Yunanca’da tanık anlamına gelen mártus’tan (μάρτυς) gelmektedir.
Aziz Petrus, diğer birçok havarisi gibi ya İsa’nın peygamberliğini reddedecek ya da çarmıha gerilecektir. Aziz Petrus çarmıha gerilerek şehit yani “tanık” olmayı seçer. Aziz Petrus çarmıha gerilerek peygamberine yani davasına dünya önünde tanıklık eder, onu “tanır”; onun hakikatini yoldaşlarına, seslendiği halka ve hatta düşmanlarına “tanıtır” ve “kanıtlar”. Bir dava için birinin kendisinden güçlü olana meydan okuyarak ölüme gitmeyi göze alması, o davanın hakikatine ilişkin, olabilecek en güçlü tanıklıklardan, en güçlü kanıtlardan biri olarak duyumsanır. Daha da fazlasını söylemek mümkündür; bir dava için birinin ölüme gitmeyi göze alıyor olması, o davanın hakikatini kuran ve güçlendiren şeyin ta kendisidir. Bu bakımdan, aslında ölmeyen, faniler arasında dolaşmaya devam eden, şehidin kendisinden ziyade şahitlik ettiği hakikattir.
Aziz Petrus’un arkada bıraktığı yoldaşlarının azmini güçlendiren şey hakikatlerine tanıklık edilmiş olmasıdır; bir düşmanınızın, davasının hakikatini canının bile üstünde tuttuğunu gördüğünüzde sizde saygı uyandıran şey bu tanıklıktır. İbrahim Kaypakkaya’nın, Mahir Çayan’ın, Deniz Gezmiş’in hikâyelerini düşündüğünüzde, gözünüzde başka her şeyi anlamsız kılan, kafanızın içini kaplayan bu tanıklıktır.
Büyük politik ve ideolojik devrimler, tarih boyu, büyük hakikatlere tanıklık eden ve tanıklık ederek büyük hakikatler kuran insanlarla yapılmıştır. Büyük hakikatlere tanıklık etme eylemi, en temel ve en yerleşik sandığımız yasalara, hayatta kalma dürtüsüne, karnını doyurma dürtüsüne, ailesini güvende tutma dürtüsüne meydan okumuş, olmayacak insanların zihnini ve yüreğini ele geçirmiş, on yıllar, yüz yıllar ve hatta bin yıllar sürecek izler bırakmıştır.
7 Ekim 2023 Aksa Tufanından bu yana Filistin’in devrimcileri, dünya ezilenlerinin önünde bir hakikate tanıklık ediyor. Politik zaferden bahsetmenin çok zor olduğu bu koşullarda reddedilemeyecek başka bir gerçek var ki dünya ezilenleri, Filistin’in “şehitlik”i ile, bazen İslam davasının, bazen Komünizm davasının, ama her durumda Filistin davasının hakikatini keşfediyor. Filistin davasının şahitleri, dünya ezilenlerine “Bu hakikatin sırrı nedir?” sorusunu sorduruyor. Filistin davasının şahitleri, bir davanın neferinden yapması beklenen şeyi yapıyor: davasını dünyaya tanıtıyor.
Filistin’deki Müslüman devrimciler, ezilenden ve devrimden yana bir İslam ihtimalini dünya halklarına tanıtırken, Amerika’daki, Avustralya’daki, İngiltere’deki ezilenden yana “gâvur” Batılının zihnine ve yüreğine girmeyi başarırken; Türkiye’deki devlet âşığı Müslüman, polisinin izniyle karikatür dergisi Leman’a saldırıyor, zulüm karşısında herhangi bir hakikate “şahitlik” etmek yerine, imtiyazlarına yaslanarak hamurdan kahramanlıklarla hamurdan düşmanlara karşı savaşmayı tercih ediyor. Öyle bir dava düşünün ki dünyanın ve Türkiye’nin ezilenlerinin gönlünü değil, tepedeki egemenlerin, Aziz Petrus’u çarmıha geren Neron’un aferinini kazanmaya çalışsın…
Bir son söz, politik zaferinden bahsetmekte yine çekinceler duyacağımız başka bir hakikat tanıklığı için olsun. PKK, dışarıdan izleyenler olarak somut kazanımlarını anlayamadığımız bir süreç çerçevesinde silah bırakıyor ve fesh oluyor. Bu hareket, kırk yıl boyunca şehit oldu, “şahit” oldu, bir hakikat kurdu ve bize hakikatini tanıttı. Bundan sonra ne olursa olsun, kırk yıl boyunca tanıklık edilen bu hakikat Kürt halkının ve bizlerin zihninde var olmaya devam edecektir.