
Abdullah Öcalan’ın Barış ve Demokratik Toplum Manifestosu, sadece Türkiye solunun çeşitli çevrelerinde değil Kürdistan Özgürlük Hareketinin büyük varlığında da devrimci ve gerici, teorik ve psikolojik çeşitli yaklaşımlarla karşılanıyor.
Türkiye solunun sosyal-şoven kesimlerinin, dogmatik Marksist bir bildirgeyle dahi ortaya çıksa Öcalan’dan uzak durmak için türlü bahaneler uyduracağı kesindi ve nitekim, bu kesimler, Öcalan’ın ve Kürt Hareketinin verdiği büyük fırsatı sonuna kadar istismar etmekten geri durmadı.
Türkiye solunun yurtsever eğilimli kesimleri de, başta nirengi noktası teşkil eden bir devrimci örgüt olmak üzere, Öcalan ve Kürt Hareketinden uzaktı ve bu vesileyle uzaklıklarını tazelediler sadece.
Yani Türkiye solunun Kürt Hareketinden uzak kesimleri için herhangi bir tarihsellik söz konusu değildir; dün ne kadar uzaklarsa Kürt Hareketine bugün de o kadar uzaklar.
Buna karşılık, Türkiye solunun Kürdistan Hareketiyle dayanışma içinde olan devrimci ve ilerici ya da doktriner ve eleştirel bütün kesimleri, Öcalan’ın Manifestosuyla güçlü bir sarsıntıya uğradı. Utanç verici denebilecek şekilde dağınıklık örnekleri gösterenler, kendinden geçercesine alkışlayanlar, nasıl eleştireceğini bilemeyenler, sessizliğe gömülenler oldu. Bu kesimlerdeki sarsıntı henüz dinmekten uzak ve tüm sonuçlarını vermemiş görünüyor.
Kürdistan Hareketiyle dayanışma içinde olan ve devrimcilikten uzak kesimlerin büyük kısmı, “terörsüz Türkiye” sürecine verdikleri genetik desteği Marksizme olan sözde sadakatleriyle bile dengelemeye çalışan bir irade gösteremediler. Kürdistan Hareketinin pratik devrimcilikten uzaklaşma ihtimalinin bile bu kesimlerin anlamlı bir kısmında ferahlama yarattığı gözlendi. Devrimci olmayan sosyalist kesimler sadece Öcalan’ın “devletle entegrasyon” yaklaşımına “devletsiz aşağıdan sosyalizm” düsturları uyarınca mesafeli davranma takati gösterebiliyor.
Türkiye solunun Kürt Hareketiyle dayanışan devrimci kesimleri, Öcalan’ın Manifestosuna şu ya da bu ölçüde karşı çıkmalarına karşın, kamuoyunda etki yaratabilecek bir ayrı odak oluşturmaya cesaret edemediler ya da bunu beceremediler. Bu kesimlerin Öcalan’ın Manifestosuna güçlü bir karşı duruş sergileyememesinde, Öcalan’ın görüşlerinin kendi saflarında önemli bir nüfuza sahip olması gerçeğinin etkisi vurgulanmalıdır. Ancak her şeye karşın, devrimci kesimlerin Öcalan’ın Manifestosuna ilişkin tutumlarında, bizatihi kendilerinin Marksizmle ilişkilerinde yaşadığı sorunların tayin edici bir rol oynadığını ifade etmek yanlış olmayacaktır.
Kürdistan Hareketinin büyük varlığı Öcalan’ın Manifestosunu coşkunluk ölçüsünde karşıladı. Hareketin yayın organları, göz açıp kapayıncaya kadar kısa sürede, Manifestonun kavram ve kategorilerinin cömertçe kullanıldığı yazılarla dolup taştı adeta.
Kürt Hareketinin yayın organlarında aylar boyu yer alan çok sayıda yazının kendinden geçen coşkusunun son bir örneğini Fırat Dicle imzalı olanda gördük. (https://anf-news.com/analIz/rojava-sosyalizmin-son-duragi-demokratik-sosyalizmin-ilk-adimidir-219686) “Rojava sosyalizmin son durağı, demokratik sosyalizmin ilk adımıdır” gibi gerçeği nasıl eğip büktüğü başlığından anlaşılacak ve Stalin’e “faşist” diyebilen 19 Kasım tarihli bu yazıyla Kürt Hareketinin Manifesto ile ilişkilenişinin yelpazesinin en gerici ucu belirmiş oldu. Buna karşılık, Fuat Ali Rıza’nın “Sürecin etkili öncülere ihtiyacı var” başlığıyla 14 Kasım’da yayınlanan yazısı (https://justpaste.it/k74p3) Kürt Hareketinin tarihsel kadrolarının devrimci niteliğini ve Marksizmle ilişkileniş tarzını gösteren saygın ve muhtemelen öteki ucu temsil eden bir örnektir.
Fuat Ali Rıza gibi bir devrimcinin görüşleriyle Fırat Dicle’nin Rojava allama pullamasıyla bile örtülemeyecek gericiliği kesin görüşlerinin her ikisinin de Kürdistan Hareketinin geniş varlığında kendine yer bulabilmesi nasıl anlaşılmalıdır? Kürt Hareketi körün tarif ettiği fil midir? Bu hareket, hem Fırat Dicle gericiliğini hem Fuat Ali Rıza devrimciliğini barındırabilecek bir genişlik ve tıynette midir?
Türkiye devrimci hareketinin Kürt Hareketiyle dayanışmayı esas alan kesimlerinin hiç değilse bir kısmının, Fuat Ali Rıza’yı haklı tarihsel ve pratik nedenlerle öne çıkaracağı ve Hareketi nitelemek için onu esas alacağını öngörebiliriz. Hareketin devrimci odağının temsiliyet bakımından açık ara önde olduğunu ve onların ağzından çıkacak olumlu sözlerin göreli değerinin pek yüksek olduğunu söyleyeceklerdir. Ancak bize göre, Kürt Hareketinin pratik varlığını değil teorik ve ideolojik niteliğini tanımlamak için Fuat Ali Rıza’nın katılmadığımız eleştiri ve değerlendirmeler barındıran ama gayet engin ve devrimci yaklaşımını esas almak yönsemeyi ve ekseni gözetmeyecek anakronik bir tutum olacaktır. Daha vahimi, Fuat Ali Rıza’nın metniyle birlikte toplam varlığının esas alınması, Kürt Hareketinin büyük ve heterojen iç dünyasına tabi olmak gibi bir sonuca yol açabilecektir.
Kürt Hareketinin içinde bulunduğu teorik-ideolojik dinamik yönü tayin eden kuşkusuz Öcalan’ın Manifestosunda dile getirilen görüşlerdir ve bu görüşlerin işaret ettiği doğrultulardan hiç değilse birini kuşkusuz Fırat Dicle göstermiştir. Öcalan’ın Stalin’e yönelttiği son derece yanlış ve Soğuk Savaş havalı aşağıdan sosyalist eleştirileri okuyan Fırat Dicle, esrik bir coşkuyla haykırma hakkı bulmuştur: “Stalin’le Sovyet faşizmi”!
Buna karşılık, Fuat Ali Rıza’nın dile getirdiği görüşler, Öcalan’ın Manifestosu bakımından tarihsel olarak geride kalmış bir eğilimi yansıtmaktadır. Dolayısıyla Fuat Ali Rıza gibi bir devrimcinin ifade ettikleri, ne yazık ki, Kürt Hareketinin geçmişindedir ama korkarız geleceğinde yoktur.
“Sovyet faşizmi” gibi gerici bir ifadeye cevaz verenin bizatihi Öcalan’ın Manifestosu olduğunu görmemek, teori denilen kategoriden kararlı şekilde uzak olmak ve Kürt Hareketinin büyük pratik ağırlığının altında ezilmektir sadece.
Öcalan’ın görüşlerinin Marksist olmadığı kesindir ama onun görüşlerinin dar-Marksist eleştirisinin herhangi bir hükmü yoktur. Öcalan’ın görüşlerinin ve Kürt Hareketinin birtakım yazıcılarının eleştirisinin doktriner ya da dogmatik birtakım düşüncelerin Marksizm adıyla ortada dolaşmasının sorumluluğu bizlere aittir. Öte yandan, ancak bir başlangıç olarak görülmesi gereken Öcalan’ın görüşlerinin teorik-politik eleştirisi, asıl sorumluluğumuza işaret eden Fuat Ali Rıza’nın dediği gibi, “pratik politikacılar” olmakla tamamlanma yoluna girecektir.